Cuma, Nisan 25, 2014

SAVAŞ KARŞITI SOSYALİST ŞİİRLER VIII



NÖBETTE  
                          Bir kurtuluş savaşını anarak 

Gece saat on.
 
Nöbetteyim. 
Toprağın üstünde geceyi 
kara bir kabuk gibi hissetmedeyim. 
Ve kuşlar kadar hafif vücudum, 
                            içerim rahat. 
Yorgun bir asker gibi serildi uykuya hayat. 

Gece saat on. 
Nöbetteyim. 
Ne olur uzatsalar nöbetimi aylarca! 
Böyle ta barışa kadar, 
ihtiyar anacığımı düşünmeden, 
memleketimin türkülerini söylesem 
                                        içimden! 


KOĞUŞ  
                           
Tekmil koğuş uyudu şimdi. 
On bir nöbetçisi, 
belki dört defa saydı uyuyanları. 
Sonra kendi kendine bile görünmeden, 
o kadar yorgun ve bitkin 
yere çöktü. 

Artık herkes başka uykuda. 
Hüseyin onbaşı, 
çıplak yolunda yürür Avanos' un. 
Beyşehir' li Ahmet, 
bir tas ayranla çıkarır yorgunluğunu 
talim yerinin. 

Nalbant İsa, 
bir dağ ortasında oturmuş, 
ev ekmeği yer. 

Maksut çavuş çarşıdadır. 
Merzifonlu tarlada. 
Çorumlu türkü söyler Karacaoğlan' dan. 

Biride  bizim Darendeli, 
gerine gerine bir şeyler oluyor, 
hiç utanmadan. 




SİPERDE

                "Cephedekilere ithaf ederim."
 
Şimdi sen;
yolda yolcu,
denizde rüzgâr,
gökte ay yürürken,
kimbilir neler düşünürsün:
Elinde ağ,
başında kasket,
--- bir tasavvur et
ufuklarda hürsün.
 
Anan;
değneğine dayanmış,
kolunda bir bağ sepeti,
kilise yolundadır.
 
Baban;
dudaklarında gemici türküsü,
saçlarında rüzgâr,
birşeyle meşgul.
 
Bakarak başı üstünde uçan martılara,
hiç kimsenin düşünmediğini söyler
mavi göklere doğru bağıra bağıra,
yuvarlak yüzlü bir çocuk.
 
Ve karın;
deniz suyu ile taranmış başı,
rüyalı bir gecenin sabahında
siler evinin camlarını
             güneşe karşı.

UŞAKLI İZZET                                 Mısır ekmeğini, yoğurdunu yedi   elma ağaçları altında                    Hacı Mercan köyünün.   Suyunda yıkadı çamaşırlarını                     pazar günleri.   Ve göl gibi gözlü insanlarıyla ahbap oldu.   On iki nöbetini bekledi çok gece                            yol ağzında. 
Eh artık, yol göründü,                     gitmek düştü gayrı.   Çok görmeyin acele ettiğini, çocuklar,   terhis olmuş,   cebinde teskeresi var. 
TERHİS                                 Tezkere var,   emir gelmiş, dediler.   Hafikli Zeynel' le Zileli Saim   bizden müjde istediler. 
Traş olduk.   Giyindik gri, lacivert                    renk renk esvaplarımızı.   Sonra haber geldi,   hazır olun, diye,   yolculuk akşama.   Ve Maksut çavuş,   son cigarasını ikram etti ayrılırken,   bir senedir kavgalı olduğu adama. 

YOLDA ESİRLER
Şimdi melûn bir gecedir.
Bir nöbetçi kürkü gibi simsiyah ortalık, 
ve görünmez, garba giden yollar.
O görünmeyen yollara, 
dokunaklı bir yağmur yağıyormuş gibi, 
yorgun ayak sesleri dökülmektedir.
 
Hepsini tanıyorum onların.
Aynı topraktan buğday yediler.
Aynı topraktan taşıdılar saadeti harmanlara
                                  kucak kucak
 
Ve söylediler aynı türküyü;
güneşin karşısında gerinirken,
bir zerresine bile
en harikulâde bir tebessümden fazla
                     kıymeti olan toprak.
 
Hepsini tanıyorum onların.
Yıldızlı bir gece altında otlara uzanıp, 
onlardan dinlemiştim bir zamanlar
anadan doğma hikâyelerini yeryüzünün.
Hepsi memnun, hepsi genç, hepsi güzeldi.
Dudaklarında damlası yoktu hüznün.
Hiçbiri bıkmamıştı yaşamaktan.
 
Şimdi melûn bir gecedir.
Ne gökte bir tek yıldız,
ne yerde bir tutam ot var.
Yalnız, o mavi gözleri,
ve sarışın yüzleriyle
gençleri ve ihtiyarlarıyle insanlar,
girmişler içine sıcacık düşüncelerinin,
garba gidiyorlar,
garba giden yolda ...                                     


A. KADİR


Hiç yorum yok: